Bu blog Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sine benzemeye başladı. Bu nedenle duruma müdahale etmek ve herkesin sandığı gibi Brüksel'deki hayatımın "sadece" gezmekten ibaret olmadığını kanıtlama ihtiyacı duydum!
Brüksel'de yaşamayı sevdim, seviyorum ve biliyorum ki şimdi ne kadar özlesem de İstanbul'a dönme günü yaklaştıkça ayrılmak istemeyeceğim. Belki de geri dönüşü olacağını bildiğim için sayılı günlerimi güzel geçirmeye çalışıyorum. Hani ucu açık gelmiş olsak bu sakin, sıkıcı şehirde yaşamak İstanbul gibi zilli bir şehirden sonra çok bunaltabilirdi beni. 28 Ekim'de gelmiştik. Haftaya yarıyı geçmiş olacağız. Şimdiye kadar hep ileri doğru saydık ama 28 Nisan'dan sonra geri saymaya başlarız gibi geliyor. Biraz mutlu, biraz üzgün...
En çok ev işlerinden kurtulacağıma seviniyorum! Çünkü İstanbul demek iş hayatına geri dönmek demek, iş hayatı demek eve kadın gelmesi demek! Sırf ev işlerine yardımcı alabilmek için bile çalışabilirim! Gerçi kocamın hakkını yemeyeyim, çalışmadığım zamanlarda da "alalım istersen" diyor bana ama ben haketmediğimi düşündüğüm için kabul etmiyorum. Bu yüzden hakedene kadar ev işleri ellerimden öper...
Çamaşır, ütü, bulaşık, yemek, temizlik! Bu beşi bi yerdenin her birinden ayrı ayrı nefret ediyorum! Bazen en çok hangisinden nefret ettiğimi düşünüyorum ama uygulama esnasında hepsinden aynı ölçüde nefret ettiğimi söyleyebilirim. Ama galiba en uzun süren ve detayları yüzünden en yorucu olan temizlikten en çok nefret ediyorum! Süpürürsün, canın çıkar, bitmeeez, silersin pırıl pırıl olur ama yetmeezz, bi de toz almak gerekir... Küçükken anneciğim, zavallı kadın, her yeri süpürür siler, dili bi karış dışarda, benden de bi toz alıvermemi rica ederdi. Ben o tozu almamak için kaçacak delik arar, türlü türlü bahane üretirdim. Alırsam da yalap şalap alırdım, annem arkamdan bir daha geçerdi. Şimdi biri ben temizlik yaparken koltuğa yatıp bi eline televizyon bi eline müzik seti kumandası alsa, elektrikli süpürgenin sapıyla döver, kordonuyla boğazını sıkarım!
Brüksel'de bu işler haliyle her gün düzenli olarak bendeniz tarafından icra ediliyor! Üstelik de İstanbul'daki halime göre oldukça ilkel şartlarda çalışıyorum!
Sabah ilk iş küçücük mutfağımdaki çamaşır makineme çamaşırları atıp makineyi çalıştırıyorum ki öğlene kadar bitsin, asayım, gece kurusun. Çamaşırlar yıkanırken bulaşık makinem olmadığı için ve olsa da mutfakta koyacak yer olmadığı için, 2003 yılında ayrıldığım öğrenci evimden beri ilk defa elde bulaşık yıkıyorum. (O eve bile sonradan bi bulaşık makinesi gelmişti galiba! ) Bulaşık dağ gibi olana kadar beklediğim için uzun sürüyor haliyle!
Yılın en iğrenç blogu ödülüne aday gösterilmemek için buraya yıkanmış halini koyuyorum :)) Yer dar olduğu için tavaları yıkayamamışım, ikinci postaya kalmış! Bulaşık yıkarken seyrettiğim manzaraya da dikkat çekerim!!
Bulaşık bitince sıra geliyor ütüye! Çok sevdiğim için 3-4 posta çamaşır yıkamadan ütü yapmıyorum. Maksat uzun sürsün! Ütüyü genelde perşembe günleri yapıyorum çünkü çarşamba akşamı Türkiye'de Yaprak Dökümü yayınlanıyor, aynı gece internete koyuyorlar, ben de sabah ütü masamı kapıp geçiyorum karşısına. O bir saatlik ızdırap başka türlü çekilmiyor!
Ütü bittiğinde çamaşır makinesi de bitmiş oluyor, haydi bakalım banyoya! E çünkü banyo askısı küvetin içinde!! Zaten küçücük ev, bir de seyyar askı alsak koyacak yer arama derdi olacak. En iyisi ev sahibinin sistemini kullanmak. Tabi küvetin içine çamaşır asmanın da bi planı, programı, sistematiği var! Öyle kafana estiği gibi çamaşır yıkayıp asamazsın! Önce kocanın banyo programını iyi takip etmen lazım! Sonra kendini de planlayacaksın. Mesela genelde Salı, Perşembe, Pazar banyo yapıyoruz. Çamaşır bir gece asılı kalmadan kurumadığına göreee... salı günü çamaşır yıkayamazsın! Pazartesi sabahtan yıkayıp asıyorum ki akşam kocayla banyo kavgası yapmayalım! Havuz problemi gibi! Ama bir kere sistemi oturtunca sorun kalmıyor, çok şüpheye düşersem telefon edip soruyorum akşam banyo yapacak mısın diye!
Çamaşır asınca ortaya çıkan görüntü bu... Kocamın çorapları telgrafın tellerine konmuş kargalar gibi :))
İstanbul'da da yemek yapıyordum ama buradaki kadar sık değildi. Evde boş vaktimin çok olacağını bildiğim ve çeşidi arttırabilmek için düdüklü tenceremi yanımda getirmiş, içine de bakliyat doldurmuştum. Koca kış geçti hala o bakliyatları yiyoruz! Yemek yapmaktan da çok hazzetmiyorum ama diğerlerine oranla bi derece daha iyi. En azından sonunda yiyip kendimi ödüllendirebiliyorum :)) Malzemeleri hazırlamak ve sonrasında mutfağı toplamak olmasa yemek yapmayı sevebilirim bile! Ama ne yalan söyleyeyim, akşam 5 gibi yemek yapmaya başlayıp 6-6:30 gibi koca geldiğinde yemeğini sıcacık ve tazecik önüne koymak, acemi bir ev hanımı olarak bana gurur veriyor! Sofranın boşluğu aldatmasın, balıklar henüz fırında :)
Salı-Çarşamba- Cuma günleri öğleden sonra Fransızca kursuna gittiğim için bütün bu bahsettiklerim ya pazartesi ya perşembe yapılıyor. Diğer akşamlar yemekten sonra halim kalırsa ve koca da ders çalışacaksa ben de masaya yayılıp Fransızca çalışıyorum. Yaşlandık mı yoksa kafa eskisi kadar boş ve taze olmadığı için mi bilmem ama Fransızca beni epey zorluyor.
Ev işleri ve Fransızca kursum dışında evdeki en büyük eğlencem Internet, Facebook, blog ve oyunlar! Internetten indirdiğim puzzle, nesne bulma, zaman yönetimi ve dedektiflik oyunları sayesinde hayatım renkleniyor! Özellikle bir ara kocayı da saran ve benim nerdeyse günün 10 saati oynadığım dedektiflik oyunları sayesinde yeni yetenekler geliştirdim! Mesela oyunlarda o kadar çok kapıyı kurcalayıp açtım ki bir kere kapının arkasında anahtarı unutup dışarda kaldık ve ben "lock pick" yapıp kapıyı açtım :)) Bir de oyunlar insanı gerçek hayattan koparıyor derler!!
Bir dahaki yazımda da yaşadığım yeri anlatayım bari! Fransızca sınav sorumdu!!
ayy misafir okuyucu almışım, çok mutlu oldum :) Müjdecim, evimi hostel olarak kullanıma açtığım için bi süredir yazamıyorum, ilk fırsatta telafi edicem :) hatta hemen edeyim :)
YanıtlaSilayy benim kitabiiim :)) ikiye gectim ben ama artik :)
YanıtlaSilsevgili görkem, çok sıkıcı bir kitap değil mi? ben tiksiniyorum kendisinden şahsen :))
YanıtlaSil