22 Temmuz 2009 Çarşamba

Doğum Günü Kutlamaları Kapsamında Amsterdam ve Keukenhof

Doğum günümün üzerinden 2.5 ay geçti, yazısını yazmak temmuza kısmet oldu. Pencereden bakıyorum da dışardaki kara bulutlar ve sürekli, bıkmadan yağan yağmur Mayıs ayındakinden pek de farklı değil. Hatta doğum günüm şerefine güneş bulutları sağa sola itekleyip biraz yüzünü gösterme fırsatı da bulmuştu o hafta sonu!
Ekim'de Brüksel'e yerleşip Mayıs'a kadar 2 saat mesafedeki Amsterdam'a hiç gitmemiş olmamız ilk başta enteresan gelmişti bana. Genelde bu civarda yaşayanların Paris'ten sonra ilk durağı Amsterdam oluyor çünkü. Hatta her hafta sonu Amsterdam'a gidenler bile var. Belki de Keukenhof denen lale bahçelerinin açılış tarihine denk getirmek için bilinçaltından erteledik hep. Neticede 2 Mayıs'ta Keukenhof, doğum günüm olan 3 Mayıs'ta ise Amsterdam'daydık.
Keukenhof yılda bir kere Nisan-Haziran arasında açılan ve benim kişisel cennetim olarak seçtiğim dev bir çiçek bahçesi. Hollanda'nın Osmanlı'dan çaldığı lale sanatını konuşturduğu, üstüne türlü türlü bitkilerle zenginleştirip, müzesini, sergisini, aranjmanını, peyzajını yerleştirdiği muazzam güzellikte bir bahçe. Emirgan'daki lale festivaline gidip de beğenen arkadaşlara Keukenhof'un web sitesini gezip, 2010 için kendilerine tatil planı yapmalarını tavsiye ederim.
Keukonhof Flamanca'da "kitchen garden" yani "mutfak bahçesi" anlamına geliyor. 15.yy'da bölgenin sahibi olan Jacqueline of Wittelsbach bu el değmemiş doğal toprakları avlanma ve mutfak için taze bitki toplama alanı olarak kullandırırmış. 1949 yılında ilk defa halka açılan Keukenhof bugüne kadar 43 milyonun üstünde ziyaretçi almış. Açık olduğu 8 haftada ortalama 800.000 ziyaretçi alıyormuş. Her yıl bir tema üzerinden yeniden peyzaj çalışması yapılan bahçelerin bu yılki teması New York & Amerika idi.
Bahçeleri gezerken alttaki fotoğrafın bulunduğu kısma geldiğimizde eşime "Cennet sanıyorum böyle bir yer olmalı" dediğimi hatırlıyorum. Yeşilin üzerine öbek öbek yerleştirilmiş rengarenk çiçekler, su ve kuşların cıvıltısı insana nasıl bir ferahlama duygusu veriyor anlatamam. Aynı zamanda da doğanın güzelliğine ve insanın doğayı bu kadar mükemmel şekillendirebilmesine olan hayranlık gözlerimin dolmasına sebep oluyor. Demek ki istesek bütün dünyayı bu hale getirebiliriz...
Hollandalıların peyzaj konusunda çok ama çok başarılı olduklarını söyleyebilirim. Dekoratif bahçelerin yanısıra kullandıkları küçük detaylar da çiçeklerin güzelliğine güzellik katıyor.
Keukenhof'un içinde bulunan tarihi yel değirmeni de bir asır görmüş. 1892 yapımı olan değirmen 1957 yılında Keukenhof'a bağışlanana kadar su çıkarma işlevi görüyormuş.
Keukenhof'ta kendimi kaybedip 300'den fazla fotoğraf çektiğim ve günü orada tükettiğim için Amsterdam'a geçemeden eve döndük. Aldığım en güzel doğum günü hediyelerinden biriydi diyebilirim. Çiçek sevenlere şiddetle tavsiye edilir. Lale dışında Lilyum ve Orkide için sergi holleri de bulunuyor ve hayatımda görmediğim çeşit ve sayıda çiçek muhteşem aranjmanlarla bu hollerde sergileniyor. Her zevke hitap ediyor yani...
Amsterdam'a gelince... Amsterdam bana, genç görünmek için frapan giysiler giyip parlak renklerle makyaj yapmış, saçlarını turuncuya boyamış çok yaşlı bir kadın gibi göründü. Aslında özünde oldukça sakin, huzurlu, şirin bir şehir olabilecekken tursit çekme yarışına katılabilmek uğruna feda edilmiş gibi hissettim. İnanılmaz sayıda backpacker'ın bulunduğu, marjinal kalabalıkların, çocuk yaştaki gençlerin, genç görünmeye çalışanların ve sıradan Hollandalıların bir arada yaşamaya çalıştığı kimliksiz bir şehir...
Belki de Amsterdam'a gitme yaşını geçirmiş olduğum için Red Light District, buram buram ot kokan Coffee Shop'larla dolu sokaklar, seks & haşhaş müzeleri, meydanda gösteri yapan transeksüeller ve onların çevresinde dolaşıp yüksek sesle onları kiliseye ve Tanrı'nın yoluna davet eden gönüllüler merak ve heyecandan çok acıma duygusu uyandırdı bende. Kocamın eline daha sıkı sarılıp sahip olduklarıma şükrettim. Ve kalabalıktan uzaklaşıp arka sokaklara, lokal insanların yaşadığı bölgelere girip Amsterdam'ı sevmeye çalıştım.
İlk defa gittiğimiz tüm büyük şehirlerde yaptığımız gibi otobüs turuna kendimizi attığımızda kulaklığı takarken Türkçe'nin de seçenekler arasında olduğunu görmek Amsterdam'a bir puan kazandırdı :)
Gittiğimiz mevsim itibariyle Amsterdam kocaman bir kar küresi gibiydi. Her rüzgar estiğinde ağaçlardan yollara, kanallara, insanların üzerine yağan küçük kuru yapraklara bayıldım.
Daha sonra çıktığımız tekne turunda anlatılanlara göre Amsterdam'da 100'den fazla kanal, 1000'den fazla köprü bulunuyormuş. Kanalların kimi doğal, kimi ticareti kolaylaştırabilmek için sonradan insanların açtığı kanallarmış. Günümüzde de hala bazı kanallar kapatılıp kurutulabiliyor, yeni kanallar açılabiliyormuş. Benim en çok hoşuma giden kanal boylarındaki tekne-evler oldu. Belediye tarafından su, elektrik ve gaz bağlantısı da yapılan bu tekne-evler dünya savaşı sırasında konut sıkıntısı çekilince ortaya çıkmaya başlamış ve hala kullanılmaya devam ediyor. Bir tanesi müze olarak gezilebiliyordu ama biz gittiğimizde kapalıydı, o yüzden hala merak ediyorum içlerini...

Amsterdam'daki evlerin neredeyse tamamının cephesi yamuk yumuk, her an öne ya da yana doğru yıkılıverecekmiş gibi. Çok acayip!

ve bisikletler... O kadar çok bisiklet var ki... Bu insanlar bisikletlerini nasıl buluyorlar çok şaşırıyorum. Bazen tuhaf tuhaf fikirler geliyor aklıma. Mesela gökyüzünden bir mıknatıs uzatılsa dünyaya, en çok metal Amsterdam'dan yükselir herhalde! Her yer alt alta üst üste bisiklet dolu. Hayatımda çok katlı bisiklet otoparkını ilk defa Amsterdam'da gördüm ben!!


Amsterdam'a doğum günümden sonra iki kere daha gittim. Her ikisinde de aynı hüzün, dışlanmışlık duygusu beni terketmedi. Ya Amsterdam için çok yaşlıyım ya da Amsterdam kendini yaşlı hissetmemek için benimle arkadaş olmayı istemedi. Her iki şekilde de Amsterdam benim için bitmiştir! bi daha da gelmem Amsterdam'a !! :))

1 yorum:

  1. Çok ilginç!!
    Demek ki ben hala gayet gencim :)tabi bir yıl içinde ruhum bir anda yılları 3'er 5'er atlamaya karar vermediyse...
    Amsterdam'a en son 2 yıl önce gittim ve çok keyif almıştım.
    Bizde hiç acımadan yıkılan,yerine yenisini yapıyoruz diye çarpık,yamuk-yumuk ve yüzüne bakmaya pek cesaret edemeyeceğimiz çirkinlikte binalar dikiliverdiği için olsa gerek orada şehrin göbeğinde hala bakmaya doyamadığımız güzelliği ile duran binalar çok hoşuma gitmiş, gördüğüm her banka hemencecik uzanıverip derin derin bakmıştım güzelliklerine şehrin...

    Ama senin bakış açın da ilgimi çekmedi değil,bir daha gidersem eğer senin pencereden de bi bakmak istedim Amsterdam'a ...

    Ellerine sağlık...
    Nazan A.

    YanıtlaSil