27 Şubat 2009 Cuma
Söz Verdiğim Üzere - MIM
24 Şubat 2009 Salı
Cycling in the rain...
a) kocamın Salı sabahı sandviçi için ekmek kalmamıştı,
b) bu hafta tasarruf tedbirlerine başladığımız için öğle yemeğini de yanına koymamıza karar verdik ve evde malzeme yoktu.
c) aksamı bekleyemezdim, marketler 7'de, bilemedin 8'de kapanıyor ve kocam da o saatlerde gelebiliyor. (canım ülkemde marketler 10'a kadar açık... ahh ahh memleketimmm...)
d) hepsi...
Tabi ki "d" seçeneği...
Özetle sabahtan itibaren pusuya yattım, öğlen 12:30 civarı havanın yükselip su zerreciklerinden temizlendiğini farkettim ve doğruca garaja, dandik bisikletlerimizi bağladığım yere koştum. En ucuz sıfır bisikle
tin 130 € olduğu, ikinci ellerin de aşağı yukarı aynı sev
iyeden başladığı bir ülkede, e-bay'den kıran kırana pazarlık sonucu 27,5 €'ya iki dandik bisiklet alıp 100€'ya tamir ettirdiğimiz detayını bu entry'de mi yazmalıyım yoksa bu bisiklet olayı için ayrı bir entry mi girmeliyim bilemedim! Ülkemde depolarda, ardiyelerde paslanan, yıllar sonra bir temizlik anında kapıcının çocuğuna ödül olarak mı ceza olarak mı verildiği belli olmayan bu pratik aletlerin burda ne kadar trendy olduğunu görmek biraz hüzünlendiriyor beni!Neyse... bisikletimden daha pahalıya aldığım alışveriş sepetimi bisikletimin arkasına takıp sırt çantamı ve aldıklarımı dolduracağım poşetimi de sırtıma takıp (evet marketlerde poşetleri de parayla satıyorlar!) hızlıca markete yollandım. "To the point" bir şekilde alışverişimi yaptım, poşetimi doldurdum, dışarı çıktım kiii... evet, yağmur!! bisikletim sırılsıklam! tek peçetemle selemi sildim ve su zerreciklerinden damlalara dönüşmeye başlamış olan yağmura rağmen hızla eve döndüm. Garaja kendimi attığımda hem kan ter içinde, nefes nefese kalmış hem de sıçana dönmüştüm! Eve girdiğimde hala beremden alnıma, ordan burnumun ucuna süzülüp yere damlayan yağmur sularıyla uğraşıyordum! Aceleden bir-iki şeyi almayı unutmuşsam da kocamın aç kalmayacağı kadar malzemem vardı! Mutlu bir ev hanımıydım artık!
Biz Türkler güneşli ülke insanı olduğumuz için midir nedir yağmuru pek sevmiyoruz. Burada tanıştığım Türkler en çok havadan şikayet ediyor. Yağmurda sevgiliyle yürümek pek romantik gelmiyor kimseye. Zaten Belçikalılar sürekli yağmurda yürüdükleri için romantik bir yanı da kalmamış yağmurun. Ben Arap kızı gibi camdan yağmuru seyredip durmasını beklerken sokaktan şort ve tişörtüyle jogging yapan insanlar geçiyor. Hem de 3 değil 5 değil...
Pazar günü evde oturmaktansa bir müzeye gidelim diye plan yaptığımızda da havada yine bu su zerrecikleri dolaşıyor, arada bir rüzgara kapılıp kendilerini camlarımıza vuruyorlardı. Önce metro ile gidip araba ve park dertleriyle uğraşmayalım diye düşündüysek de tam kapıdan çıkarken benim Türklüğüm tuttu ve "boşver arabayla gidelim, çok ıslanırız" diyiverdim. Sanki iki damla su çarpsa yüzüme eriyeceğim! Sen misin arabayla gidelim diyen! 25 dakika park yeri aradık. Üstelik şehir merkezinde yağmur da yoktu! Oh olsun bana -da arabayı zavallı kocam kullanıyor :(
Arabadan kurtulup kendimizi doğruca The Museum of Musical Instruments 'a attık. Geldiğimizden beri en çok methini duyduğumuz müzeydi kendisi. Sırf bu yüzden kendine ait bir başlığı hakediyor bence...
Türk olduğunu sonradan anladığımız bir Frit'çiden külahta patates kızartması aldık. Ara sokaklardan dolaşa dolaşa Grand Place'e varıp meydana bakan kafelerden birine girdik ve:
- a tea, a hot chocolat and a waffle with chocolate please...
Brüksel'de geçirdiğim en keyifli pazar günlerinden biriydi...
19 Şubat 2009 Perşembe
Hangi Birini Yazsam?!
-Tabi tabi geziyor
- Brüksel'de hava genelde yağışlı oluyormuş, ama biz geldiğimizden beri 3-5 kere yağmur yağdı. Kar yılda bir kere ya yağar ya yağmaz dediler ama ocakta 1 hafta durmadan yağdı. Kasımda da yağmıştı. bizim şansımıza mıdır nedir, son 10 yılın en soğuk derecesini gördü Belçikalılar. -19 ölçülmüş dağlık bölgelerde. Biz de arabada -12 yazdığını gördük valla!
- Hayır çok kilo almadım. Altuğ da almadı. Tabi patates, çikolata falan yiyoruz ama yakmak için de çaba gösteriyorum yani! Bisiklet aldık ikinci el. Alışverişe onunla gidiyorum. Ondan önce de yürüyordum zaten, bir de kursa toplu taşıma ile gidip geldiğim için aralarda epey mesafeyi yürüyorum. Bir şekilde dengeleniyor kilo.
Ne olursa olsun, geçici bir süre olduğunu bilmek kaydıyla, başka bir ülkede, başka bir kültürde, kendi ülkeme uzaktan bakarak yaşamak, ülkemi tüm güzellikleri ve çirkinlikleri ile özlemek bana iyi geliyor. Kendi hayatımdan bir mola almışım da bir Belçikalı'nın hayatını yaşıyormuşum gibi...
Detaylarla devam edeceğim :)
Chapter 1 - Düşen Yapraklar
ünün aksi gibi Gazanfer Özcan'ın vefat tarihine denk gelmesi de tatsız bir başlangıç oldu hani... Kendisini Avrupa Yakası'ndaki Tahsin Baba tiplemesiyle pek sever, usta oyunculuğuna hayran kalırdım. Büyüme çağımda tanıştığım her ünlü yüz gibi kendisiyle de bir çocuk bağlılığı kurmuşum. Rahatsızlandığını duyduğum andan beri çocukken yaşadığım üzücü kayıpları düşünüp duruyorum.
mda ilk hatırladığım ve benim için travmatik olanlardan biri Adile Naşit'in ölümüydü. Hem çok küçüktüm, hem de her akşam TRT 1'de kuzucuklarına anlattığı masalların müdavimiydim. Annemin bir sabah "aaa Adile Naşit ölmüüüşşş" dediğini hayal meyal hatırlıyorum. Daha tam olarak ne demek olduğunu bilmesem de bir daha bana masal anlatamayacağını farkettiğim anda kendimi yere atıp katıla katıla ağlamıştım... Günlerce yas tuttum. Sanki aileden birini kaybetmişim gibi. O zamanlar anneannem, babaannem, dedelerim hep hayattaydı ama hepsi başka şehirlerde yaşıyorlardı. Belki de bayramdan bayrama ya da yaz tatillerinde görebildiğim anneannem / babaannem yerine koyuyordum Adile Teyze'yi.
okumaya da başlamış olmam nedeniyle gazetedeki Altan Erbulak yorumlarını, anılarını satır satır okumama ve hafızamda derin yer etmesine sebep olmuş. Babam eskiden TV'de hoşuna giden programları videoya çekerdi. Eski bir Betamax videomuz vardı. O kasetlerden birinde bir programda yayınlanan bir skeçini seyretmiş ve çok gülmüştüm Altan Erbulak'ın. Babam'a adını sormuştum da öyle aklımda kalmış. Yoksa ne bir tiyatrosunu seyredebildim, ne bir karikatürünü gördüm o yaşıma kadar. Yine de ölümüne derin bir üzüntü duyduğumu hatırlıyorum. Belki de komik insanların bize hiç ölmeyecekmiş gibi gelmesinin sebebi de bu. Ölümün üzüntüsüyle, bize yaşattıkları neşeyi birbiriyle bağdaştıramıyoruz.
ddi travmayı yaşatan Barış Manço'nun ölümüydü ki o zaman lisedeydim. Kendi odamda küçük bir televizyonum bile vardı ve tüm aile bireylerinden kaçıp, kendi odamda, dandik anteni yüzünden karlı seyretmek zorunda kaldığım veda programlarını seyretmiştim. Barış Manço neredeyse tüm albümlerinin evimize girdiği, tüm şarkılarını ezbere bildiğimiz, dünyayı gezerken kıskançlık ve hayranlıkla izlediğimiz, çocuklarla ve yaşlılarla aynı akıcılıkta iletişim kurabilmesine şaşırdığımız, bir aile bireyimizdi. Hem müziğiyle hem TV programıyla sürekli evimizin içindeydi. Çok terkedilmiş hissettim kendimi. Ölümün çok yakınımızda oluşunu hissetmeye başladığım, tek tek tüm sanatçıların, şarkıcıların ve daha kötüsü ailemden birilerinin ölümlerini düşünmeye başladığım dönem Barış Manço ile başladı. Bazen aileden birilerinin ölüm haberinin geldiğini hayal eder, oturup ağlar, sonra da böyle şeyler düşündüğüm için kendimden nefret ederdim. Tahtalara vurur, dualar eder, aileme uzun ömürler vermesi için Tanrı'ma yalvarırdım. 17 Şubat 2009 Salı
Selamlama...
Internetle pek haşır neşirim de bu blog işinde yeniyim. Nedense hep uzak kalmayı tercih ettim. Belki de hala kağıt hışırtısını klavye tıkırtısına tercih ettiğim için...
Son 2 yılda günlük tutmayı bıraktım. Zaten günlükten çok aylık ya da mevsimlikti benimki. Hayatımın köşe taşlarını not ettiğim, unutmak istemediğim detayları girdiğim bir not defteri. Bir süredir yazmamanın verdiği bir sıkıntı, bir boşluk sardı beni. Oysaki hayatımın en önemli aşamalarını katettim bu 2 yılda. Not etmemiş olmam balık hafızama güvenmemden değil, unutamayacak kadar önemli olmalarından.
Şimdi başka bir yerdeyim; farklı bir boyutta. Yaşım, yaşamım, karakterim, duygularım... Hepsini etkileyecek bir değişiklik yaşadım ve bu detayları not etmezsem geri döndüğümde silikleşip, zamanla yok olacaklarından korkuyorum. Bu yüzden şu an itibariyle bu satırları okuyan kişiyi selamlıyorum :)
Blogunu aktif kullanıp bana ilham veren Burcu'cuğuma teşekkürü borç bilirim...