Facebook'ta aylardır dönüp duran tanıtım filmini seyrettiğimizde "mutlaka gitmek lazım" demiştik. Kardeşim askerden yeni döndüğü için ailecek askerlik anılarımız tazeydi zaten. Bir de bizim ailede asker çoktur, ister istemez yüzümüz orduya dönük yaşadık hep.

Benim ailem, eşimin ailesini de alıp topluca gitmişler NEFES'e, daha gösterime girdiği ilk günlerde. Biz de heyecanlandık acaba Brüksel'de oynuyor mudur diye. Türkler çok olduğu için buradaki en büyük sinema kompleksine mutlaka Türk filmleri geliyor. Hatta Arog'u falan Türkiye'deki tüm arkadaşlarımızdan önce seyrettik burada. Ama Nefes'in konusundan dolayı burada gösterime girme ihtimalini düşük görüyordum. Ne de olsa Belçika burası, zamanında kimlere ne destekler, sığınma hakları verdiklerini, karşımıza nasıl politikalarla çıktıklarını biliyoruz. "Yok canım, Nefes'i oynatmazlar sinemada" dedik ama yine de internete girip baktık var mı diye. Görünce inanamadık! Acele biletlerimizi alıp Cumartesi günü sinemaya attık kendimizi. N'olur n'olmaz, birden farkederler de kaldırıverirler filmi diye.
Salon akşam seansı olmasına rağmen benim tahminimden boştu. Dörtte biri ya doluydu ya değildi. Ben herkes benim gibi vatan hasretiyle yanıyor, ülkemde olup bitenler herkesin içini kanatıyor zannederken savaş sahnesi seyretmeye gelen 16 yaş grubuyla karşılaşınca hayal kırıklığı yaşadım.
Zaten duygularım tavan yapmış durumda, daha 30. saniyede ağlamaya başladım. Biraz oralarda şehit olanlara, biraz geride kalanlara, biraz bugünlerde olanlara, biraz hiç bir şey yapamıyor oluşuma... Film boyunca ağladım durdum.

Kocam askerliğini Malatya'da yaptı. Ne komandoydu, ne dağlardaydı. Yine de bugün çok alışık olduğumuz, istediğin an arayıp sesini duymanın nasıl bir lüks olduğunu, gittiği ilk 2 hafta hiç haber alamadığımda anlamıştım. Nasıl bir atmosfere girdiğini ya da askerliğin adamı dünya atmosferinden nasıl çıkardığını doğum günümü unuttuğunda ve 2 gün sonra konuştuğumuz sırada hatırladığında anladım. O anda tabi ki kızmadım, zamanın nasıl genleştiğini, dakikaların saatler gibi yayılarak geçtiğini tahmin ediyordum (sonra burnundan getirdim tabi hihihi :) ). Filmde İstanbullu çocuğun kız arkadaşıyla bir telefon görüşmesi var. İşte o kızın saçını başını yolasım geldi. İzleyenler anlamıştır, izlemeyenler de izleyince anlar. Hala düşündükçe sinirleniyorum...
Memleketimde sapla samanın, doğruyla yanlışın, siyahla beyazın birbirine karıştığı, açılalım derken paramparça bölündüğümüz, tedavisi, telafisi olamayacak yerlere doğru sürüklendiğimiz günler yaşanırken, buralardan kuşbakışı seyretmek çok yaralıyor beni. Hani orada olsam bir şey yapabileceğimden değil ama dışardan bakınca daha bir yürek burkuyor bu manzaralar. Belki orada olsam hayat telaşı içinde hissetmeyeceğim kadar canım yanıyor gazeteleri okurken.
Nefes, sınıf arkadaşlarımızın, bakkalın çırağının, komşunun oğlunun, yani savaş eğitimi olmayan gencecik çocukların ellerinde silah, karda, buzda, bilmedikleri bir düşmana karşı nasıl bir psikoloji altında yaşadıklarını göstermesi açısından çok başarılıydı bence. Kabul etsek de etmesek de bir yerlerde oyunlardan tanıdığımız RPG'ler, kalaşnikoflar, el bombaları, birilerinin canını alıyor, ocakları söndürüyor. İnsan hayatı hep ucuz oldu bizim topraklarda ama bu kadar basit olmamalı... Bir şeyler yapmalı...
uzaktan belki de daha net görülebiliyordur İpex :((
YanıtlaSil:(( gerçekten de...
YanıtlaSil