
10 sene önce bu saatlerde... Çocukluğumun, ilk gençliğimin ayak izlerinin silindiğini, 7.2 şiddetinde bir sarsıntıya dayanamayıp asfalttaki çatlaklara yenik düştüğünü henüz bilmiyordum. Yalova'da yazlığımızın otoparkında oturmuş şaşkın kedi yavruları gibi birbirimize bakıyorduk, nereye, kime gideceğimizi bilmeden...
10 sene önce Temmuz ayında kendi kendime hayatımda yeni bir sayfanın açıldığına inanıyordum. Liseyi yeni bitirmiştim. Sistem değiştiği için tek basamaklı ÖSS'ye ilk biz girmiştik. Bir de üstüne sorular çalınmış, strese stres eklenmişti. Sınavdan çıkıp doğruca yazlığa atmıştım kendimi "bana bu yaz kimse dokunmasın, sonuçlar açıklanana kadar Yalova'dayım" demiştim. Sonra ilkokuldan beri gittiğim yazlıkta bizden daha eski bir site sakini olmasına rağmen nasıl olmuşsa tanışmadığım çok yakışıklı, çok zeki, çok espirili bir çocukla tanışmıştım. Artık ailemin yanına gitmek hiiç istemiyordum... Yazlıkta dedem, babaannem, halam ve benimle yaşıt kuzenimle birlikte çok mutluydum.
Hani mezuniyet, ÖSS, tercihler gibi şeyleri dünyanın en büyük problemi sandığımız, o çok naif 18 yaşımız var ya, işte o yaşta ayağımızın altındaki zemine bile güvenmememiz gerektiğini öğrendik biz...
Uykumun en tatlı yerinde gözümü açıp karşımdaki duvara yansıyan turuncu ışığı farkettim önce. Arabaların alarm seslerini duydum...O saatte kapkaranlık olması gereken odam aynı anda alarmları çalışan arabaların dörtlüleri nedeniyle ışıl ışıldı! Sonra yatağıma beni yapıştıracak şiddette kuvvetli bir sallantıyla bir öne bir arkaya gidip geldiğimizi hatırlıyorum. Değil kalkmak, yataktan aşağı düşmemek için iki yanına tüm gücümle tutunmak zorunda kalmıştım. Uyku sersemi aklıma ilk gelen şey "Atom bombası attılar bize" oldu! Turuncu ışık falan, çağrışım yaptı herhalde!
Kuzenimin çığlıklarıyla kendime geldim. Adapazarı'nda büyümüş olmama rağmen ufak tefek sarsıntılar dışında hiç şiddetli deprem yaşamamıştım. Kuzenimi sakinleştirmeye, yattığı yerde kalmasını sağlamaya çalıştım: "Tamam, sakin ol bak deprem oluyor, birazdan geçecek, sakin ol, şimdi geçecek, artık bitmesi lazım!!! neden bitmiyor????"
Yaşamayana anlatmak çok zor. Apartman çocuğu olduğumuz için çevremizi saran betonun bizi kardan, yağmurdan, soğuktan, sıcaktan, fırtınadan, selden, her şeyden koruyacağına inanmışız. Bir vuruşta deviremediğimiz için sağlamlığından şüphe etmemişiz hiç... 45 saniye geçip deprem ilk döngüsünü tamamladığında ayağa kalktık. Koridorda halam, dedem ve babaannemle buluştuk. Elektrik yoktu, sular kesikti. Rahmetli dedem asker emeklisi olduğu için hepimizi hizaya sokup emirleri sıraladı. "Herkes sırayla tuvalete girsin, birer bardak su içsin, yerlerde cam kırıkları var dikkat edin, ayağınıza çorap giyin, üstünüze hırka alın. Hemen dışarı çıkıyoruz." Hepimiz evin içinde bir yere dağılıp emirleri uygulamaya başladık. O sırada babaannemin şok geçirdiğinin farkında değildik. Üstümü giyinip su içmek için mutfağa yöneldiğimde tutunmak için elimi duvara değdirdim. Hayatımda bir şeye bu kadar hayret ettiğimi hatırlamıyorum. Duvar sanki ince bir kağıt parçası ya da yaprak gibiydi. Elimin altında dalga dalga titrediğini hissedebiliyordum. Bu kadar güvendiğim betonun beni bu kadar hayalkırıklığına uğratabileceğini hiç düşünmemiştim.
O sırada babaannemin banyodan bir bez alarak yatak odasına yöneldiğini gördüm. "Napıyorsun babaanne?" diye peşinden koşarken o çoktan yere eğilmiş kırılan bir içki şişesini temizlemeye başlamıştı bile.
- Bırak şimdi dışarı çıkmamız lazım hemen
- Ama çok kötü kokuyor!!
O gece babaannemle yaşadığımız trajik-komik diyalogların ilkiydi bu. Yaşadığı şokla bilinci geçici olarak kapanmıştı. Beynin kendini korumak için nasıl bir savunma mekanizması geliştirdiğine hayret edecektim sonraları...
Evden çıkmadan önce son dikkatimi çeken şey balkonumuzun her zamanki ferah manzarasının bir şekilde kapanmış, ağaç gibi dallı budaklı bir karaltının balkonun yarısını kaplamış olduğuydu. Gece karanlığında neler olduğunu henüz anlayamamıştık.
Dışarı çıkıp yarı çıplak insanları gördüğümüzde bizim hazırlığımızın biraz uzun sürdüğünü farkettik. Deprem biteli 8 dakika olmuştu. O sırada otoparka ulaşan otomobil sahipleri arabalarının radyolarını açmaya başlamışlardı. Babaannemin kolunda onu güvenli bir yere doğru çekiştirirken açılan radyolardan ilk duyduğum haberle sarsıldım: "Adapazarı yerle bir oldu sayın dinleyiciler" Annem, babam ve kardeşim Adapazarı'ndaydı...
Deprem sadece bizim evi sarstı zannediyor insan. Özellikle bu derece büyük bir depremin kollarının nerelere ulaşabileceğini hiç tahmin edemedik. O zamanlar cep telefonu bir tek babamda var, altımızda arabamız yok, eve zaten giremiyoruz. Oturup kedi yavruları gibi birbirimize bakmaya başlamamız o ana denk geliyor!
Kafamda yüzlerce düşünce şimşekleri çakıyor: Annemler iyi mi, nasıl ulaşacağız birbirimize, karşı binayı göremiyorum, acaba erkek arkadaşım iyi mi, Adapazarı'ndaki arkadaşlarım iyi mi, çok kayıp var mı, burada yıkılan ev var mı acaba...
Yakın çevremi kapsayan sorularım ilk şoku atlatan insanların sesleriyle cevap bulmaya başladı. Dedem asker soğukkanlığıyla elleri arkasında yan taraftaki bloklara doğru ilerlerken o tarafta bir terslik olduğunu hissettim. Neler olduğunu görmek için peşinden gidince gördüklerime inanamadım. Yanımızdaki 5 katlı blok artık benim boyumdaydı! Balkonlarının üstüste oturduğunu görebiliyordum. Çatısı sol tarafa doğru yatarak kırıldığı için bizim bloğa çarpmıştı. Demek ki evden çıkmadan gördüğüm ve ağaca benzettiğim şey bizim balkona giren çatıydı!
Sonra tüylerimi diken diken eden bir ses duydum. Betonun içinden yardım isteyen insan sesleri geliyordu! Dedem yıkıntıya yaklaşıp içerdekilerle konuşmaya başladı. Diğer insanlar alet edevat hiç bir şey olmadığı için elleriyle ufalanan çatıyı, duvarları oynatmaya, içerdekilere ulaşmaya çalışıyorlardı. O andaki çaresizlik, acizlik ve isyan duygusunu anlatabilmek imkansız. Odanızın duvarını bütün gücünüzle itip yan odaya geçmeyi deneyin. İşte öyle bir his...
Gün ağarmaya başladığında babaannemi halama emanet edip erkek arkadaşımı bulmaya gittim. Onların oturduğu blokların sağlam olduğunu öğrendiğim için o ana kadar bizimkileri bırakıp gitmemiştim. Sitede yürüdükçe felaketin boyutlarını gördüm, dehşete kapıldım. Sadece yanımızdaki blok değil bizim göremediğimiz arka taraftaki bloklardan bazıları da yıkılmıştı.
Onu bloklarının ön tarafında otururken buldum. Ailesi İstanbul'daydı ve o da haber alamamıştı. Birbirimize sarılıp ağladık. Daha çok yeni olan birlikteliğimiz bu felaketle pekişti, güçlendi.
O gün benimle yaşıt sınıf arkadaşlarımı kaybettim, ailelerine ÖSS sonuçları gitti...
Aile dostlarımızı kaybettik,
Uzaktan tanıyıp konuşma fırsatım olmayan bir sürü insanı kaybettik,
Hiç tanımadığım, belki tanısam iyi arkadaş olacağım insanları kaybettik...
Bir de Yalova'da geçen çocukluğumun yazlarını, Adapazarı'nda geçen çocukluğumu ve ilk gençliğimi kaybettim. Ayak izlerim toprağa gömüldü, gitti. Benim tanımadığım, caddelerinde yürümediğim, kafelerinde oturmadığım bir şehir oldu
Adapazarı.
Yalova ise yıllar sonra yeniden yazlığım oldu. O yaz tanışıp felaketi birlikte yaşadığım yakışıklı çocuk kocam oldu. Dün gece 10 sene önceye gittik birlikte. Aklımıza çok kötü resimler, çok acı hikayeler geldi. Kaybettiklerimizi andık, sessiz birer dua okuduk ruhlarına, huzurla uyusunlar diye...
Kimse yaşamasın bir daha ama o kapanmayacak yaraları yaşayan bilir ancak...