İçim daralıyor... Sabah kalkıp bilgisayarı açıp günün gazetelerine ulaşana kadar geçen sürede dualar ediyorum, "N'olur yine acayip bişeyler olmuş olmasın, n'olur bi kerecik de sadece güzel haberler okuyayım"... Ne mümkün...
Ülke sınırlarından çıktığımdan beri daha bir meraklı oldum gazetelere. Eskiden oturup saatlerce köşe yazarlarını falan okumazdım. Şimdi sadece hurriyet.com.tr'yi öglene kadar zor bitiriyorum. Özellikle köşe yazarlarını okuyunca boğazıma oturan yumruyu tarif etmem çok zor. Dışardan bakınca o kadar acınacak haldeyiz ki... Memleketin dört bir tarafından birileri tutmuş çekiştiriyor. Sürekli kavga gürültü, yapıcı öneriler yerine yıkıcı tezler, iftiralar, hakaretler... Demeçlerinden başka bir ülkede (muhtemelen kendi hayal dünyasında) yaşadığını düşündüğüm bir başbakan, her biri bir başka dert meclis üyeleri, birbirinden beter muhalefet partileri, nereye döneceğini bilemeyen bir ordu, şaibeli bir yargı... Kaç kere oturup hüngür hüngür ağladığımı bilirim bilgisayar başında...
10 senedir eğitim veren bir okulu yıkmışlar! Hayretler içinde kaldım görünce! Okul yıkılır mı yahu?? Ceza kes, mahkemelerde süründür ama neden yıkıyorsun? Üstelik mahkemesi sürerken... Çok merak ettim, o arazinin üstüne cami dikilmiş olsa cuma aksamı 17:00'de mi gönderilirdi yıkım tebligatı? Ya da hiç düşünülür müydü yıkılma ihtimali? Pes dedim, insaf dedim... İstanbul'un dağı taşı gecekondu iken, ihtilaflı onlarca arazi, yüzlerce bina varken sen kalk okul yık! Aklım almıyor...
Benim verdiğime benzer tepkileri dün Rauf Tamer ve bugün kendisinden pek hazzetmediğim Ahmet Hakan da vermiş. Eminim başkaları da yazmıştır. Bir de Yalçın Bayer'in bugünkü köşesinde bahsettiği Tevhid-i Tedrisat kanununun bugün ne hale geldiğini anlatan bir yazı var ki "nerelere gideyim" dedirtiyor insana...
Memlekete geri dönmek kadar bu dünyaya çocuk getirmek konusunda da endişelerim var! Ya bir gün okulu yıkılan bir çocuk annesi olursam ve bu travmayı atlatabilmesi için önce kendim psikolojik destek almak zorunda kalırsam diye korkuyorum... Babama "geri dönmesek mi" diye sorduğumda "gel, gel beraber savaşırız" diyor. Kiminle savaşacağız, kime karşı? Kazansak ne olacak, kaybetsek ne? Muhtemelen kazananı olmayan ama herkesin kaybedeceği bir savaşa girdik, çıkamıyoruz... İçim daralıyor demiş miydim???
Ataol Behramoğlu da şöyle demiş:
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Harlı bir ateş gibi derinde yanan
Haramilerin elinde bulunan...
ne güzel demiş...
26 Ağustos 2009 Çarşamba
Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum!
25 Ağustos 2009 Salı
Yağmurun Renkleri
Dün haksızlık ettim sana yağmur... Tek eğlencem elimden alınmış gibi hissetmiştim. Ama sen yine de beni ödüllendirdin! Arkanda dünyanın en güzel renklerini bırakarak, kocama sarılıp bu muhteşem güzelliği doya doya seyretmemiz için usul usul yağmaya devam ettin. Hiç bu kadar net, bu kadar yakın, bu kadar büyük, bu kadar bütün görmemiştik bir gökkuşağını! Bizi mahçup ettin...
Bu çok özel anı paylaşmamızı sağladığın için teşekkür ederim sana yağmur... Bir daha kızmayacağım sana, çünkü arkanda neler getirdiğini ve sabırlı olursam benimle cömertçe paylaşacağını artık biliyorum...
24 Ağustos 2009 Pazartesi
Ama! Amaa!!
Bütün gün evin içinde sahile vurmuş deniz anası kıvamında mayışık yatmışken,
Günün en sevdiğim saati (nihayet) yaklaşmışken,
Tam da kocam eve gelecekken,
Beni alıp alışverişlere götürecekken...
Yapılır mı bana bu???
20 Ağustos 2009 Perşembe
Seviyorum...
* Balkonuma kira ödemeden gecekondusunu diken, hatta arada kaçak kat çıkan örümceklerin sabah güneşinde parlayan yuvalarını...
*Brüksel'in bir görünüp bir kaybolan güneşinden faydalanırken kitap okuyup armut yemeyi...
* Belçika'nın en önemli müzelerinden Comic Strip Museum'dan aldığımız Calimero ve Red Kit anahtarlıklarımızı...* Yaptığımız binlerce kilometreyi hatırlatması için her duraktan almaya çalıştığımız magnetlerimizin küçücük buzdolabımın kapağını doldurmasını...
19 Ağustos 2009 Çarşamba
Alışveriş ve Pazar Filesi
17 Ağustos 2009 Pazartesi
7.2
13 Ağustos 2009 Perşembe
Son Durak: Paris
Ardından Lüksemburg bahçelerini gezdik, havuzunda kayık yüzdürenleri seyrettik. Birer çikolatalı krep yedik, mutlu olduk!
Saat 5 civarı bisikletlerimizi teslim edip Eyfel'e ulaştık ki ne görelim. 700.000 ila 1 milyon arası insan Eyfel'in önündeki çimenlere yayılmış, kimi piknik yapıyor, kimi kağıt oynuyor, kimi uyuyor... Yer bulmak imkansız! Epeyce dolandıktan sonra kendimizi Seine nehrinin karşı kıyısına atıp nehir kenarında Eyfel'i rahat görebileceğimiz bir yere konuçlandık. Kafama takmıştım, 25 dakikalık gösteriyi saniye kaçırmadan video'ya alacaktım. O kalabalıkta bunu yapmak imkansız olduğu için daha tenha olacağını umduğumuz nehir kıyısına gittik. Orada bile kıyı şeridinin kapılmış olduğunu görüp biraz bozulduk ama sonra kaldırıma çöküp beklemeye başladık.
Havanın kararmaya başlaması saat 9:30'u buldu. Ama sonrası muhteşemdi...
6 Ağustos 2009 Perşembe
Tatil!!!
10-Como: Fazla abartılmış, fazla ön plana çıkmış olduğu izlenimini edindim. Tamam doğası, gölü, dağları, renkleri güzel ama özellikle İsviçre’den geliyorsanız İtalya’ya geçtiğinizi hissediyorsunuz. Dandik tekne turu, yeme-içme hizmet kalitesindeki düşüş, bakım-temizlik eksikliği İsviçre’yi aratıyor.
Kısa tekne turu 1-1,5 saat, uzun olanları ise 4 saate kadar sürüyor. Biz Portofino için yola çıkacağımızdan kısa turu tercih ettik. Bu yüzden de George Clooney'nin villasını göremedik. Kusura bakma George, bi dahaki sefere artık :)
9-İtalian Riviera: (Bence) Türkiye’nin cennet kıyıları ile kıyas kabul etmez. Portofino, Santa Margherita Ligure, Recco gibi küçük, şirin sahil kasabaları var ama biz gittiğimizde deniz çok dalgalı ve pisti. Belki de biz kötü bir havanın hemen ertesinde oraya vardığımız için çok sevmedik. Bir de Portofino merkezde denize girilmediğini, sadece teknelerin yanaştığı ufacık bir liman olduğunu öğrendiğimde yaşadığım hayal kırıklığı da etkili olabilir. Deniz girmek istiyorsanız Santa Margherita Ligure denenebilir. Biz Genova’da kaldığımız için yol üstünde Sori’de durup denize girdik. Onun dışında denize girmeye değecek kadar temiz ve güzel bir yer bulamadık.
3-Nice: Kocaman, güzel bir plaj, kabul... Ama zavallı ayacıklarım neler çekti o çakıl taşlarından! Gerçi kum olmadığı için su berrak ve temiz görünüyor ama gene de girip çıkarken çok zorlandık. Ayrıca ücretli plajlara para vermemek için sahil boyu yürüyüp halk plajlarının ön kısmından denize girip çıktık. Omuzlarım daha ilk gün 2. derece yanık kıvamına geldi! Marketten şemsiye almak sonradan aklımıza geldi tabi :)