30 Eylül 2009 Çarşamba
Evimize Joy & Peace Geldi
17 Eylül 2009 Perşembe
Brüksel'de Doğurmak
Çevremdeki bir çok kişi Brüksel'e taşınacağımız zaman bir çocuk yapmamı öğütledi. Çocucuğun doğum yeri hanesinde Belçika yazmasının ne önemi olacak hiç bilmiyordum o zamanlar. Amerika gibi toprak esas alınmıyor burada. Çifte vatandaşlık falan hakkı yok yani. Ne çocuğa ne bana bir faydası olmaz diye düşünmüştüm. Ayrıca söylemesi kolay, burada tek başıma ne arkadaşlarım ne annelerim, kimsem yokken, kocam bütün gün işteyken hamile olmam demek bendeki bastırılmış psikopat genleri ortaya çıkarmaya yeterdi de artardı bile. Geçen aya kadar bu konuda hiç bir şüphem yoktu. Ta ki eşimin iş nedeniyle tanıştığı Türk arkadaşı E., eşi F. ve dünya tatlısı bebişleri Y. hayatıma girene kadar...
Soru: Belçika'da bebekler yaz-kış nasıl tişörtle dolaşabilir, genç kızlar mini etek ve ince çorapla kışı nasıl geçirir, ben kasım ayında en kalın kaz tüyü paltomla donarken Belçikalılar pardesüyle nasıl dolaşır?
Cevap: Doğum anında gizli... Kesinlikle sezeryan yok (tıbbi olarak mecbur kalmadıkça ki bizde tüm doktorlar nedense tıbbi olarak mecbur kalıyor sezeryana!!) Normal doğum anında göbek bağını babaya kestirip, bebeği çıplak olarak annenin çıplak tenine yatırıyorlar! Bebeğin ilk aldığı koku anne kokusu oluyor böylece ve hem tenini hem kokusunu tanıyıp rahatlıyor(muş) bebek. Kesinlikle kundaklamak, sarıp sarmalamak falan yok.
Hastaneden çıktıktan sonra eve bir doktor ve bir hemşire gelip bebeğin yatacağı odaya bakıyorlarmış. 18 derecenin üzerine çıkmayacak ev demişler! Zavallı F aralıkta doğum yaptığı için kışı kat kat hırkayla geçirmiş evde. Biz olsak çocuğa yelekler giydirir üstüne battaniyeler serer üşümesin diye sarıp sarmalarız. Oysaki çocuğu sıcağa hiç alıştırmayınca üşüme problemi de ortadan kalkıyormuş!
Soru: Neden Türk çocukları hiperaktivitede tavan yaparken, Belçikalı annelerin çocukları sakin sakin pusetlerinde oturur, anne alışveriş yaparken boncuk boncuk etrafa bakıp gülücüklre saçar?
Cevap: Genler kadar eğitimle de alakalı... Çocuk doğduğu andan itibaren spor, yuva vs gibi bir çok aktiviteyle sarılıp sarmalanıyor. 6 aylık bebeklere yüzme kursu verildiğini duyunca şok oldum! Daha yürüyemeyen bıngıl bacakları ördek gibi çırpa çırpa yüzüyorlar :)
Sanırım bizde yuvaya bezden kurtulmadan başlayamıyor çocuklar. Belki özel yuvalarda istisnalar vardır. Belçika'da ise anne işe dönebilsin diye çok erken yaşta almaya başlıyorlar çocukları. Çocuklar anne-baba sevgisinden yoksun, bakıcı elinde büyüdüğü için mutsuz mu oluyor? Aksine, daha o yaşlarda sosyalleşmeye başlıyor, hayatla ilgili deneyimler ediniyor, ailesi dışında da bir birey haline geliyor. Bir de burada çok önem verilen trafik, çevre, doğa vs eğitimlerini alıyor. O yüzden trafik yoğun ama kaotik değil, geri dönüşüm konusunda 7'den 70'e herkez çok bilinçli... Başka bir boyutta yaşıyorlar yani!
Soru: Tüm bu masraflar özel sağlık sigortası olmadan nasıl karşılanır?
14 Eylül 2009 Pazartesi
Dolduramadığım Boşluklar
10 Eylül 2009 Perşembe
İstanbul'da Yaprak Dökümü
4 Eylül 2009 Cuma
Hafta Sonu Aksiyonları
Bu sebeple her pazar kurtlanıp "hadi bir şeyler yapalım" diye dürtüyorum zavallı kocamı. Sanki çocuk benim gibi her gün evde. Beni mutlu edecek diye şöyle bir pazar günü pijamasını çıkarmadan, ayaklarını uzatıp dinlenmiyor evinde. Habire yollarda garibim... Çünkü biliyor ki arabada en bülbül sesiyle ve mutlulukla şakıyan karısı, her ne kadar miskin bir kedi gibi polar battaniye altında mayışmayı sevse de, akşama doğru somur somur somurtup "bugün de bişi yapmadık, bomboş geçti" diye kafasına kakacaktır o pazar gününü.
Gıpta: Keşke bizde de böyle parklar olsa, h.sonu kendimizi atıp kafayı boşaltacak bir yerimiz yok...
Haset (isyankar olanından): Neden yok peki ama neden neden neden???? NEDEN onların var da bizim yok??? Bizim neyimiz eksik??
Nefret (Irkçı olanından): Burada doğdukları için ne kadar şanslılar, bizim suçumuz ne!? Uyuz Avrupalılar, biz daha akıllıyız aslında sizden ama sizde para çok! Para bizde olsa ne biçim parklarımız olurdu! HIH!!!...
Eziklik: Adamlar iyi eğitimli tabi, mallarına, çevrelerine nasıl bakacaklarını iyi biliyorlar. Bizde olsa mangalcı kaynardı bu park. Her taraf leş gibi olurdu. Hem görüntü kirliliği hem kafa... Çok ilerdeler bizden çoookkk... :(
Kabulleniş: Amaan napalım, biz de buralara geldikçe keyfini çıkarmaya çalışırız. Ben de şanslıyım sonuçta yani bugün burda olduğum için. Hadi bakalım asıl pedallara, çek içine temiz havayı... ooohhh.. :))
Sonraki hafta sonu (geçen haftasonuna tekabül eden) aklımda Belçika'nın dağlık bölgelerine gidip Rail Bike yapmak vardı. Ama sabah kalkıp havayı şahane görünce zavallı kocamı dürtüp "hadi kalk kayaking yapmaya gidelim" dedim! Çünkü eylülün geldiğini biliyordum ve gelirken yağmuru getireceğini hissediyordum...
Kocam kısa süren şokun ardından peki dedi. Sonra ben klasik boğazlama yöntemimi kullanarak "ama bak emin misin? istemiyorsan söyle bak gerçekten, evde de oturabiliriz bugün hani yorgunsan falan! sonra orda yok yoruldum, yok neden geldik, yok hiç dinlenemedim bu hafta sonu diye söylenme ama bak..." Kendimden nefret ettirene kadar bu soruları sorup, ikna olana kadar "ya tamam gidelim işte, ben de istiyorum" cümlesini söylettikten sonra hızlıca mayolarımızı giydik, sırt çantamızı hazırladık ve Dinant'a doğru yola çıktık...
Dinant'a geçen Christmas'ta Belçika gezisi yaptığımız sırada gelmiş ve sevmiştik. İçinden nehir geçen bir başka Avrupa şehri olmakla birlikte sarp dağlara sırtını yaslamış, enteresan bir şehirdi. Yine aynı gezi sırasında nehirde kano yapmaya kayaking dediklerini öğrenmiştik. Rafting değil ama, kano...
Nehir çok derin olmadığı için zaman zaman karaya otursak da antrenmansız kollarımız için yorucu, gözlerimiz için dinlendirici, ruhlarımız için eğlenceli bir aktivite olduğuna karar verdik.
Bu yazıyla da kocama olan derin sevgi ve şükranlarımı iletmiş, bir bakıma da günah çıkartmış olayım... Bana katlandığın için I love you kocacımmm :))