20 Kasım 2009 Cuma

Mim Derken??


Sevgili Eda beni mimlemiş :) Blog dünyasına adım attığımda öğrendiğim ilk cümlelerden biridir bu! "MİM ne yahuuu?" diye başka blogları dolaşırken öğrendim tabi ama itiraf edeyim hala mim bir kısaltma mıdır yoksa bir kelime midir, anlamı nedir bilmiyorum! Cehaletime verin :)


Bu blog'un da bir mimi olmasını sağladığın için teşekkür ederim Edacım :)



En son hangi ülke gündemiyle canını çok sıktın?
hurriyet.com.tr'yi her açtığımda canımı sıkacak bir şey çıkıyor maşallah canım ülkemde. O yüzden artık daha az gazete okuyup daha çok bloglara takılıyorum :)


En son hangi şarkıdan nefret ettin?
Kurs arkadaşım İlke Çinli arkadaşımız TingTing'e "I love you I love youu, Do you love me, yes I doo" yu öğretiyordu, o sırada biraz irkilmiş olabilirim :) (Neden İlke? Neden? Neden??)

En son hangi fast food ürününden tiksindin?
Belçika'da Burger yok, Mc ve Quick var. Burger'i daha cok sevdiğim için Frankfurt yolunda geç saatte bir Whooper indirdim mideye ama soğuk ve pek taze değildi. Tiksinmediysem de çok hoşlanmadım.


En son hangi sakatatı yedin ?
En son 2 ay önce kuzu ciğeri almıştım Türk kasabından sanırım. Ama memlekete döner dönmez gideceğim ilk 5'te Şampiyon yer alıyor. Şöölee bol baharatlı, sıcacık ekmekte bi kokoreçç oyyyy :(( Normalde kocam kokoreç ben midye yeriz de 1 sene yemeyince özlüyor insan :) (Şlap, şlup ağzımın sularını sileyim...)


En son hangi yerli şarkıyı beğendin?
Pek takip edemedim yerlileri son 1 senedir. Dinlediklerimi de pek beğenmedim ne yalan söyleyeyim. Meyra'nın Burak Kut'la bir şarkısı vardı, o fena değildi. Bir de Özgün'ün 2 romantik şarkısı vardı onlara takılıyordum Youtube'tan. Normalde pek dinlediğim kişiler değil aslında.



En son hangi yabancı sözlü şarkıyı beğendin?
Bu ara Lady Gaga'ya taktım, sözlerini değilse de müziğini ve özellikle de kliplerini büyülenmiş gibi izliyorum. Bir de Fransızca anlamaya başladım diye midir nedir daha güzel gelmeye başladı Fransız şarkıları. Feci damar takılıyorum Fransız müziğinde :)


En son hangi yerli filmi beğendin?
En son Nefes'i seyretmiştim, onu da ağlamaktan biraz bulanık seyrettim! Ama çekimleri falan çok başarılıydı, beğenmiştim. Yazmıştım da hatta.



En son hangi yabancı filmi beğendin?
Evde sürekli film izliyoruz ama eski yeni karışık gidiyoruz. Sinemada en son Harry Potter izledik galiba. Biraz kopuk bulmuştum konuyu, sanki önceki filmle bir sonrakini bağlamak için çekilmiş gibi ama görselliği açısından güzeldi.


En son hangi kitabı okudun?
Son bir kaç yıldır performansım düştüğü için buraya gelirken okuyamadığım kitapları getirmiştim. En son Elif Şafak'ın Baba ve Piç'ini okudum. Ama arka planda Yapı Kredi Yayınları'nın Binbir Gece Masalları var 8 ciltlik, onu okuyorum. Dilden bayınca daha güncel bir şeyler sokuşturuyorum araya :)



En son hangi bilgisayar oyununu oynadın?
Gülmeyin, bak söylüyorum: Magic Farm - Ultimate Flower! Çok ciddi içerikli bir oyun! Çiçek tarlalarım var, çeşitli çiçekler üretip, sulayıp, çiçeklerimi yemeye gelen böcükleri kafalarına vurarak bayıltıp, sonra da özgün buketler yaratıp satıyorum. Bu arada da korsanlar annemle babamı kaçırdı, onları kurtarıyorum ama sattığım çiçeklerin parasıyla! Yaaa!! :)




En son hangi mizah dergisini okudun?
Üniversitedeyken Lemanyak hastasıydım. Şimdi dergi okumuyorum ama Yiğit Özgür'ü tek geçerim!


En son neyden korktun?
Pek kolay korkan bir tip değilim, hatırlamıyorum o yüzden. Kocama bi sorayım, balık hafızayım ya, belki o hatırlar :)


En son kime veya neye küfrettin?
Her zaman ve en çok yaptığım gibi kendime! Kendi kendimi deli edebiliyorum :)



En son neyden kaçtın (opsiyonel: koşarak ta olabilir)?
Metro'dan çıkarken evsiz görünümlü bir amca Fransızca bir şeyler söyledi. Başka da kimse yoktu çevrede. Öksürür gibi yapıp tüydüm :) Belki de güzel bir şey söyledi adam ama anlamadığım için risk almaya değmez dedim!



En sevdiğin 5 film?
Yok valla, 10 dakikadır düşünüyorum seçemedim! Sinemayı genel olarak severim ama mesela Amelie gibi hem konuyu hem görselliği yaratıcı bir şekilde bütünleştirebilen filmlere bayılırım. Eternal Sunshine of the S.M., Being John Malkovich gibi...



En sevdiğin 5 şarkı?
Evanescence'ın pek çok şarkısı favorim. Onun dışında çok çeşitli müzik dinleyebilirim. En son bir arkadaşımız Black Metal dinletti ve tahammül edemezsin dedi. Ben onda bile sevecek 1-2 şarkı buldum :) Melodisi olsun yeter :)



En sevdiğin 5 yemek?
En ızdırap soru bu işte :( Annemin yemeklerini çok özledim. Hele o etli ve z.yağlı sarmalar... Z.yağlı taze fasulye... Karnıyarık... Ühü ühüüü :'(

Aşağıda kırk yılda bir Brüksel'e gelmiş bir annenin üşenmeden sardığı dolmalar görülmekte...




En sevdiğin 5 isim?
Kızlarda çiçek isimlerini severim, erkeklerde de çok iddialı olmayan modern isimleri. Bu ara bebek isimleri düşündüğüm için biraz kafam karışık bu konuda! (hayır hamile değilim, hayır en az 2 seneden önce düşünmüyorum! tedbir amaçlı benimki!)



En sevdiğin 5 oyun (herhangi)?
Puzzle'lara bayılırım, Tabu, Pictionary falan da severim ama enn çok bilgisayar oyunları! İstanbul'da kardeşimin PS2'sine el koymuştuk kocimle, GTA, SSX, ve bilumum taktik oyunlarını birlikte oynuyorduk. Daha doğrusu o oynuyordu ben taktik veriyordum. Şuraya saklan, şu bombayı at falan gibi :)



En büyük korkun nedir?
Sevdiklerimi kaybetmek. Daha fazla yazmıyorum oturup ağlayabilirim. İhtimali düşünmek bile yeter :(


En nefret ettiğin 5 klişe nedir?
"Arkadaşım xxx çok iyidir, senden iyi olmasın." Hiç hoşlanmadığım bir klişedir. Diğer klişeleri düşündüm düşündüm, nefret ettiğim bir şey bulamadım. Demek ki seviyor ve kullanıyorum :))


18 Kasım 2009 Çarşamba

Bir Blog = Bir Hayat

Aslında bugün, hafta sonu Frankfurt ve Ren Nehri boyunca yaptığımız geziyi anlatmaktı planım. Ama her sabah yaptığım gibi daha gözüm yarım açıkken bilgisayara saldırıp, hiç tanımadığım ama hayatlarına şahit olduğum onlarca kişinin yazılarını okumaya başladım. Şimdi saate bakıyorum: tam 2 saat 45 dakikadır okumuşum, okumuşum...

Dedim ya, hiç birini tanımıyorum, resimlerini koyan bir kaç kişi dışında yüzlerini bilmiyorum. Ama hayatlarındaki güzel şeyleri, depresyon anlarını, el emeklerini, yaratıcılıklarını biliyorum.

Çevreye olan duyarlılıklarını, memleket gündemiyle ilgili hassasiyetlerini, sosyal sorumluluklarını, çocuklarıyla olan ilişkilerini takip ediyorum.

Birbirlerine karşılık beklemeden hediyeler göndermeleri, büyük özverilerle yarışmalar düzenlemeleri, bildikleri, uzmanı oldukları konuları kendilerine saklamayıp herkesle paylaşmaları kaybolmaya yüz tutan değerlerimizin hala yaşadığını - yaşatıldığını gösteriyor bana.

Kullandıkları düzgün Türkçe, iş hayatı / aile hayatı arasında koştururken kitap okumaya vakit ayırmaları ve beğenilerini paylaşmaları bana umut veriyor. Ülkemde gazetelerde okuduğumuz kötü şeylerin dışında bloglarda okuduğum çok güzel şeyler de oluyor.

Blogumu bana bu çok kıymetli yılın güzel anılarını hatırlattığı için çok seviyorum. Ama daha çok sevmemin, bağlanmamın sebebi takip ettiğim hayatlar, hobiler, hatıralar...


Yazılarımı facebook'tan takip eden arkadaşlarıma tavsiyem: bu seferlik buraya tıklayıp bloguma zıplayın, sağda sıkı takipte olduğum bir kaç bloga bir göz atın, onların sayfalarından başkalarına uğrayın. Çok farklı, çok kaliteli bir dünyaya adım atabilirsiniz. Fotoğrafçılıktan karikatüre, el sanatlarından mutfak sanatına her türlü hobinin; çocuk bakımından ilişkilere, iş hayatından kır/kent yaşamına her türlü tecrübenin paylaşıldığı limitsiz bir dünya... Ben her gün onlarca yeni blog geziyorum, hala bitiremedim. Her gün 1-2 kişiye misafir olmak hiç bilmediğimiz yeni bir merak edinmemize neden olabilir.

Bu yazı uzun zamandır aklımdaydı. Ama bugün beni dürtükleyen ve gönlünden bir yemek hediye eden Beste sayesinde yazıya döküldü. Teşekkürler Beste, teşekkürler blog arkadaşlarım :))

Türkiye saatiyle 16:00 itibariyle ek: Bugün blog dünyası tarafından hediye yağmuruna tutuldum ve herhalde blog yazmaya başladığımdan beri en mutlu olduğum günüm oldu bugün! Beste'nin midyelerinden sonra ikinci hediyem: Ben de artık bir OIP kutusuyum :)


12 Kasım 2009 Perşembe

Japon Bahçesi

Brüksel'in 50 km kadar doğusunda Hasselt isimli küçük bir şehir var. Bu şehirde de Avrupa'nın en büyük Japon Bahçesi...

Bahçecilikle ilgilenenler Japon peyzajının ne kadar farklı olduğunu bilirler. Ben bu aralar daha sonra bahsedeceğim yeni hobilerim nedeniyle Japonlarla pek haşır neşir olduğum için bu bahçeyi görmesem olmazdı. Nitekim kocama asla karşı duramadığı yavru kedi bakışlarımı atarak kendimi bahçeye götürttüm :)

Vardığım sonuç: Japon bu işi biliyor!



Buraya geldiğimden beri iyi kötü işimi gören minik, dandik dijital makinemden ilk defa nefret ettim. Benim gördüğüm güzelliği, benim gözlerimle göremediği için illet oldum. Ah! dedim, İyi bir makinem olacaktı şimdi :((

Takeshi Kitano'nun Dolls isimli filmini seyrederken doğa manzaralarına hayran kalmıştım. Bahçeyi gezerken kendimi filmden bir sahnede gibi hissettim. Filmi sabırlı sinema izleyicilerine tavsiye ederim, zira konu itibariyle ağır olsa da görüntülerin güzelliği izleyenin içine işler, ister istemez filme kapılır gidersiniz...
Neyse, bahçe diyorduk...


Buraların ilkbaharında kendimi kaybetmiştim. Her taraftan mis kokulu acayip çiçekler fışkırıyor, yeşilin binlerce tonu gözlerimi alıyordu. Şimdi yeşiller, kahveler, sarılar ve kırmızılar sardı doğayı. Yani anlatılmaz yaşanır bir manzara.

Buraya gelmeden önce bu kadar tanımazdım doğayı, bitkileri... Yavaş yavaş yapraklarını, köklerini, çiçeklerini ayırt etmeye başladım. Daha çok seviyorum ağaçları. Özellikle kırmızı olanları...
Fotoğraftaki gelin ve damadın hangi milletten olduğunu ilk bakışta anlayan bir tek ben miyim? Sanmam :)

10 Kasım 2009 Salı

Nöbetçi Millet

Babamın bir şiir defteri vardı, sarı yapraklı. Kendisi lise öğrencisiyken beğendiği şiirleri o deftere yazarmış. Küçükken beni dizine oturtur, o defterden şiirler okurdu kulağıma. Bu şiire ilk dinleyişte vurulmuştum. Her kelimesini anlamasam da içime işlemişti. Ara ara o defteri alır, bu şiiri okur, gizli gizli ağlardım...
.
Atam, çok özledik :((
...
..
NÖBETÇİ MİLLET

Yaradan hey Yaradan !
Dört yıl değil bin yıl geçse aradan
Sensin ateş diye kanımızdaki
Sesin ışık diye önümüzdeki !
Ey yanımızdaki
Beş on mermere, bir avuç toprağa sığan
Sınırsız mavi umman hey !
Yeni kıyılar bulur, yeni yarlar kazardın
Sen her köpürüp taşmanda;
Her konuşmanda
Milletin alın yazısını yeniden yazardın..
Bakışların inanmayanı ezerdi
Sağ kolun bir tırpana benzerdi:
Başlardı yurt tarlasında düşüncenin hasadı.
Cümlelerin ya örsten kalkardı
Ya çıkardı kından.
Başak saçların sarkardı harman alnından:
Halk, biçilmiş ekin gibi, düşerdi dizlerine.
Milyonlar katılırdı sözlerine
Mıknatısa koşan zerreler gibi.
Köhne kanaatler, köhne küreler gibi
Sözünde çarpışıp düşerdi.
Tam sustuğun gün kıyamet oldu
Tam konuştuğun anlarsa mahşerdi:
Rab, gökte "dinleyin" derdi meleklerine;
Yıldızlar girerdi yeni mahreklerine;
Nehirler kavuşurdu yeni denizlerine:
Halk biçilmiş ekin gibi düşerdi dizlerine.
Şimdi nöbetçi olmak için Anıtkabrine
Tamamlayabilmek için tavafını
Sarmış yalın kılıçlar gibi etrafını
Tutuyor nöbet..

Bu millet:
Bu, vaktiyle ayaklarını ummanlar yalayan,
Bu, üç kıtayı atının nallarıyla damgalayan,
Bu, Timur'u, Atilla'yı, Oğuz'u
Bu, Yıldırım'ı, Fatih'i, Yavuz'u
Bu, seni yetiştiren ulu millet.
Vakar ve haysiyetle dimdik
Uyanık, tetik
Anıtkabrinde tutuyor nöbet.
Dünya dönüp dolaşıp
Boğazlaşıp dalaşıp
Ergeç ve ancak
Milli misaklarda karar kılacak.

Ey en büyük usta!
Düşünen olmadı bu hususta
Senden evvel ve senden ileri.
İlk müjdeyi, ilk haberi
Senden almıştı cihan
Ta o zamandan
Anlayamadığına yansın.
Sen, dünyanın dönüp dolaşıp geleceği
Uğrunda milyonların seve seve öleceği
En büyük maksat için
Dünyaya ilk karşı koyansın.
Nasıl içimizdeysen bütün varınla
İşte öylece dünya davalarındasın!
O ışık saçların, o alev sözlerinle
O gök gözlerinle sen.
Ey ıssız geceler içinden
Bize eşsiz sabahı getiren!
Ey asırlardır dul bayrağın eşi,
Ey geceyarılarımızın güneşi,
Ey ışık saçlar,
Ey yele kaşlar,
Ey çekilmiş hançer bakışlar,
Ey fikri döven şakaklar,
Ey kalem parmaklar,
Ey ay-yıldızlı el,
Ey en güzel,
Ey en büyük,
Ey Atatürk!
Getir dudaklarını bir bir alnımıza koy,
Dağlansın ateşinle bu soy.
Oy Atatürk oy!

İrkilmez Ata çocuğu irkilmez:
Zaptedilmez, Atam, zaptedilmez
Biz varken senin hisarının burçları:
Bakışlarımız kılıç uçları,
Bekliyoruz devrimini biz.
Çökmeyeceğiz diz..

İsterse hayat zehrolsun,
İsterse refah kahrolsun,
İsterse kurşun düşsün yanımıza, belimize,
İsterse geçinmek için, bir dilim
Kuru ekmek geçmesin elimize.
Halel gelmez bizim ateşimize;
Dünya düşse peşimize,
Yer sarsılsa yerinden,
Ne senden geçeriz, ne senin eserinden ...

Behçet Kemal ÇAĞLAR

9 Kasım 2009 Pazartesi

Unwritten

Bu sabah Fransızca sınavından çıktığımda içimde bu şarkı çalıyordu! Birazcık da güneş olsaydı...


3 Kasım 2009 Salı

Yine, Yeniden Paris

Demiştim ya bir tek Versailles Sarayı kaldı diye... Hafta sonumuzu önceden planlayıp cumartesi konaklamalı Versailles çıkartması yaptık.

Kraliçeler gibi koridorlarda koşturduğumu, eteklerimi sürükleyerek geniş merdivenlerden indiğimi, krala trip atıp geceyi kendi sarayımda geçirdiğimi hayal ettim...


Küçüklüğümden beri uzun kabarık eteklere, prenses taçlarına, şaşaalı saray hayatına bayılırım, pek özenirim. Önceki hayatımda prenses miydim acaba? Sanmam... Kocamla sarayda dolanırken o anda uydurduğum hikayede bile kendimi paspasçı olarak betimlediğime göre (kocamı dük'ün yakışıklı oğlu yaptım) önceki hayattan kalma bir "ezik" sendromu var sanırım bende.


Neyse konuyu dağıtmayalım :)

Saray 3 bölümden oluşuyor denebilir. Kralın ve maiyetinin yaşadığı kısmı rehber eşliğinde gezeceğim diye tutturdum, iyi ki de tutturmuşum, çünkü öbür türlü odaya girip ağzım açık etrafa bakıp "haa iyiymiş" diyip çıkıyorum. E kadın mis gibi anlattı, şu mobilyanın özelliği şu, şu odanın önemi bu... İlk fırsatta Dolmabahçe ve Topkapı'yı da işinin ehli bir rehberle gezmek lazım! (Bu yazının anafikri: Müze gezerken paraya kıyın, rehber eşliğinde gezin!)


Sarayda daha çok kral ve kraliçenin yaşam alanları, günlük hayat uygulamaları vs anlatılıyor. Saray Fransız İhtilali gibi yıkıcı bir badire atlattığı için, kıymetli eşyaların çoğu ya satılmış, ya da yakılmış. Özellikle kraliyet sembolleri taşıyan mobilyalar gerçekten ciddi hasar görmüş. Bazılarını aslına uygun olarak yeniden ürettirmişler.

Sarayın dışında dev gibi bahçeler var. Biz kurşun rengi bir gök altında gezmek zorunda kaldığımız ve mevsim itibariyle heykellerin çoğunu kapatmış oldukları için bahçelerden yeterince faydalanamadık ne yazık ki. Tüm günü sarayda geçirmek için yazın gitmek daha keyifli olabilir.


Bahçeleri 3 şekilde gezmek mümkün: Yaya olarak (biraz yorucu oluyor), bisiklet kiralayarak ya da golf arabası gibi olan elektrikli arabalardan kiralayarak (Saati 30 Avro!). Aşağıda parası çok olup bu arabalardan kiralayan gıcık turistler görülmekte...



Bir de mini tren var ama o gezmekten daha çok ulaşım amaçlı kullanılıyor. Biz bilemedik, gezmek için kullandık, saçma oldu :)

Son olarak Marie Antoinette'le oldukça özdeşleşmiş olan Trianonlar ve Queen's Hamlet kısmı var. Burada oturup bu bölümleri anlatacak değilim, internette bolca bilgi var zaten. Sadece demek isterim ki bu kısımlar sarayın kendisinden daha sevimli. Yani bütün enerjiyi sarayda harcamak yerine günün yarısını sarayda, yarısını diğer bölümlerde harcamak daha keyifli olabilir. Biz 2 günlüğüne gittiğimiz ve şansımıza ayın ilk pazar günü Trianonlara giriş ücretsiz olduğu için geniş geniş gezebildik.


Queen's Hamlet kraliçenin (Marie Antoinette) köy hayatına özendiği için yaptırdığı küçük bir köy! Biz sağanak yağmur altında gezdiğimiz için fotoğraflar pek bir şeye benzemedi ama fikir vermesi açısından bir iki tane serpiştireyim dedim. Köy çok şirindi de binaların içlerine girilebilseydi dönemi daha iyi hissederdik gibi geliyor bana...


Cumartesi akşamı Versailles'da yapacak bir şey olmadığı için şehir merkezine yollandık. Burcu'cuğumun tavsiyesi olan Razowski'yi bulduk, hamburgerlerimizi yedik! Evet, o koca şeyi mideye indirdim :)

Sonra Bellek Kutusu ve Olmadık İşler Peşinde'ye söz verdiğim gibi bir kutu macaronumu da gövdeye indirdim :) Buzdolabında beklemek zorunda olmasa birer kutu da onlara gönderecektim ama Paul'den aldık zaten, belki İstanbul'da da vardır diye ümitlendim :)


Hafta sonu kalorilerimi almış, kocamla Paris'te son kez el ele yürümüş, çok merak ettiğim sarayı da görüp rahatlamış olarak evime döndüm. Şimdi sıradakini bekliyorum...