2 Aralık 2009 Çarşamba

En Nihayet Frankfurt

Nihayet tembelliğimi yenip blogumun başına oturabildim... Artık yoruldum sanırım, eskisi kadar yazıya motive değilim. Okumak için her gün giriyorum neredeyse ama resim yüklemek, yazmak falan zor gelmeye başladı. Bir de geri sayıma başladık ondan da olabilir.

Gelelim Frankfurt'a... Kocamın akrabaları olduğu için hep gündemimizde olan ama bir türlü denk getiremediğimiz için Kasım'a sarkan bir seyahat oldu. Bir de Brüksel'e 4 saat mesafede olduğu için konaklamalı yapalım bu seyahati dedik. Cuma geceden vurduk kendimizi yollara. Frankfurt'a vardığımızda 10:30 olmuştu bile ve kocim o sabah da kargalarla beraber uyanıp işe gitmiş olduğu için yorgundu. Ben de Frankfurt gece hayatını keşfetmektense p.poyu devirip yatmayı tercih ettiğim için 11:00'de uyuduk biz :D Ne biçim turistiz bilmem...

Biz bu Avrupa gezilerimizde büyük şehirlerden ziyade küçük kasaba, köy gibi kırsal alanları gezmekten daha çok mutlu olduğumuzu keşfettiğimiz için Frankfurt'a 1 gece ve yarım gün ayırmıştık. Akraba ziyaretini de dahil edip öğleden sonra yola çıkmayı planlamıştık. Günler bu kadar kısa olmasa aslında plan şahaneydi de yola çıktığımızda hava kararmaya başlamıştı bile...


Frankfurt çok genel bir isimmiş gibi Almanya'da iki adet Frankfurt şehri bulunuyor. Frankfurt Am Main (yani Main nehri boyundaki) bizim gittiğimiz. Aslında benim hedefim Frankfurt'un kendisinden ziyade Moselle ve Rheine Vadilerinde vakit geçirmekti. İki nehir boyunca harika bir doğa, kiminin kalıntıları kalmış olsa da görülmeye değecek şatolar, kaleler var. Zaten bu gezindiğimiz kıta oldukça yaşlı olduğu için ne yana dönsek farklı yüzyıllardan resmi geçit törenleri izleme şansımız oldu. 16. yy'dan kalma şato da gezdik, 2.Dünya savaşı müzeleri de.

Cumartesi sabahı 8 gibi kalkıp Frankfurt'un merkezini gezelim dedik. Derler ki Frankfurt Londra'dan sonra Avrupa'nın finans merkeziymiş. Gündüz 2.5 milyon olan nüfus gece 500 bine inermiş. İş giriş-çıkış saatlerinde korkunç trafik olurmuş. "Mainhattan" ya da "Bankfurt" da denirmiş. Sebebi de şehrin her tarafını kaplayan dev gökdelenlermiş. Gerçekten de onca Avrupa şehri gezdik, bu kadar gökdeleni bir arada görmedik... Finans=gökdelen midir yani?



Bu modern kulelere inat çok şirin bir meydanı da var Frankfurt'un. Meydandan dışarı adımını attığın an bir zaman tünelinden geçmiş gibi oluyor insan. Biz fotoğraflarımızı çekip, turistik alışverişlerimizi yaptıktan sonra günümüze ışınlandık ve alışveriş caddesinde dolaştık.



H&M'in önündeki kuyruğu görünce şaşırdık ve kocamı orada çekim yapmaya hazırlanan bir kameramandan bilgi almak üzere görevlendirdim. Öğrendik ki o gün bir tasarımcının kolleksiyonu satılacakmış o mağazada ve sabah 6'dan beri sıradaymış millet. Güldük ve devam ettik :)



Berlin'de de hayran kaldığım mimari Frankfurt'ta da devam ediyor. Şahsen bu camlı modern tasarımların hastasıyım. Berlin'de yarım günümü bir binanın önünde 150 açıdan fotoğrafını çekerek geçirmiştim. Bunu da çekmeden geçemezdim :)



Öğlene doğru eşimin kuzenini arayıp onunla buluştuk. Ferhat Ağabey Frankfurt'a 20 dk mesafede Bad Homburg'da oturuyor ve çalışıyor. Hem ziyaret hem gezinti yapalım dedik. 2 saate kalkmamız gerektiğini söylediğimizde azıcık fırça yedik ama birlikte bir yemek yiyip bol sohbet edecek vaktimiz oldu.

3 gibi harekete hazırdık ama mevsim sonbahar, enlem kuzeyde olunca gündüz vaktimizin fazla kalmadığını farkettik. Gece Koblenz'de kalacağımız için planladığımız gibi nehir boyunca değil otobandan Mainz'a ulaştık, hızlıca içinden geçip Koblenz'e yollandık. Biraz homurdandım ben tabi. O yüzden zavallı kocim Mainz-Koblenz arasını nehir kenarından gitmek zorunda kaldı. Karanlıkta fotoğraflar bir şeye benzemediyse de biz nehrin ve atmosferin tadını çıkardık. Masal gibi yerler gerçekten...



Koblenz büyükçe bir şehir ama içini fazla gezme vaktimiz olmadı. Sadece yemek için ana caddesinde yürüdük ve şık bir restoran bulup karnımızı doyurduk. Ben restoranın sipesiyali olan bir yemek seçtim ama kocam Almancasından ne olduğunu hatırlayamadı. Sonradan bakıp öğrendik ki kaz yemişim :) Hafif sert olmakla birlikte lezzetliydi.

Ertesi sabah Koblenz'den Mosel nehri boyunca gitmek üzere yola çıktık. Hedefimiz Trier üzerinden eve dönmek ama yol boyunca gezebileceğimiz küçük şehirleri de görmekti. Kaynak kitabımızın bahsettiği bir-iki küçük şehir içinden Cochem'i seçtik ve ne kadar doğru bir tercih yaptığımızı daha şehre girerken anladık.


Cochem öncesi ve sonrası yol boyunca üzüm bağları bize eşlik etti. Bir çok küçük şehirde tadım yapıldığını da öğrenmiştik ama çok hızlı bir tempoda gezdiğimiz ve arabayı sadece koca kullandığı için (ehliyetimi değiştirmediğim için risk almamak adına) tadımı es geçtik. Kitapta yazan komik bir anekdotu aktarayım: şarapçılık ve üzüm üretimi bu bölgede çok yaygın olduğu ve üzüm bağları da hep eğimli arazilerde olduğu için bölge halkının bir bacağı doğuştan kısa olurmuş... :)



Cochem bir teleferik ve şahane bir şatoyla beni fethetti. Teleferikle çıktığımız tepeden nefis manzara resimleri çekip donan kemiklerimize sıcak çay takviyesi yaptıktan sonra şatoya yollandık.


Reichsburg Şatosu'nun tarihi MS 1000'e kadar dayanıyor. Ama arada defalarca el değiştirip 1689'da da Fransızlar tarafından yok edildiği için bugün gezilen şato 1868'de Berlin'li işadamı Ravené tarafından aslına uygun inşa edilmiş olanı. İçinde Barok ve Rönesans dönemlerinden kalma pek çok mobilya/dekorasyon bulunuyor. Detaylar şatonun web sitesinde mevcut.




Cochem'den sonraki hedefimiz Trier olduğu ve hava kararmadan varmak istediğimiz için daha fazla oyalanmadan yola koyulduk. Trier en çok 2. yy'dan kalma Roma kapısı Porta Nigra ile ünlü. Sanıyorum kapının yanında da bir şehir müzesi var ama biz 5 gibi vardığımız için gezemedik müzeyi. Kapının fotoğraflarını çekip yürüyüş yaptık, yemek yedik ve yola çıktık. Ama hem kitapta yazdıklarından anladığımız hem de çevrede gördüklerimiz bize bu şehirde oldukça derin bir Roma tarihi yattığını fısıldadı. Son olarak Karl Marx'ın Trier doğumlu olduğu ve özellikle Çinli turistlerin akın akın Karl Marx Haus Müzesine geldiklerini de dip not olarak düşelim...



Yazarken yoruldum, gezerken n'oluyorum hayal edin artık... Yok yok, artık eve dönme vakti geldi sanırım. Daha fazla gezecek gücüm kalmadı... Şımarık mıyım neyim??

10 yorum:

  1. tesadüfen geldim sayfana, frankfurt basligini görünce... Sonra birde "Mainz" kelimesini gördüm. Hüzünlendim biraz, mainz 4yil yasadigim sehir, hamileligimi gecirdigim ve bence almanyanin en sirin sehirlerinden birtanesi. Simdi istanbul'da yasiyorum, ama ögrendim ki, insanin arkadaslari ve ailesi neredeyse, nerede dogup büyüdüyse orasi insanin memleketiymis... Fotoraflar cok güzel...

    YanıtlaSil
  2. Hoşgeldin Defne'nin Annesi :) Mainz'in hakkını veremedik ne yazık ki ama içinden geçtik gördük ve sevdik. Genel olarak bölgeyi sevdik aslında. Biz de ay sonu dönüyoruz memleketimize ama yüreğimin bir kısmını bu yaşlı kıtada bırakıyorum ben de. Yine de çok uzak sayılmaz buralar, belki bir gün turist olarak gezeriz Mainz / Brüksel sokaklarında değil mi? :)

    YanıtlaSil
  3. Özlemiştik yazılarını İpex'cim, arayı açma bu kadar çok:)

    YanıtlaSil
  4. tembellik işte Kutucum, naparsın :)

    YanıtlaSil
  5. Ohhh ne güzel oldu. Bütün gün çalıştım, sonra bir güzel ekildim ve programsız kalmış olmanın mutsuzluğunu "birazcık" alışveriş yaparak attıktan sonra biraz önce eve geldim ve yazını okudum. Ben de gezmiş kadar oldum, ellerine sağlık canım :)

    Sen buralara dönmeden bir kaç yazı daha sıkıştırırsın kesin!

    YanıtlaSil
  6. elimden geleni yapıyorum ama söz vermeyeyim NZN'cıımm :))

    YanıtlaSil
  7. Kuzucan, yahu sen buralara geldikten sonra bir yerlere gezi yazısı falan yazsana... hazır blog ortamlarında bu kadar da pratik yapmışken ve böylesine güzel yazıyorken bırakma derim ben...

    YanıtlaSil
  8. hehe yok artık :) Ben normalde gezi yazılarını pek okumam biliyo musun şeker? bunları da unutacağımı bildiğim için böyle detaylı yazıyorum. giden olursa da faydalansın tabi ama profesyonel olarak yazamam, çizemem, sıkılırım hatta sıkıldım bile :))

    YanıtlaSil
  9. Damlo'cum, keşke gelseydin de kutu gibi evimizde misafir edip gezdirseydim seni de :)

    YanıtlaSil